Eve Dönüş

Merhaba sevgili okur, bugünkü yazımda sizlere tam okulların tatile girdiği dönemde eve dönmeye çalışanlarımızın ve de daha önce evinden ayrılmak zorunda kalmış olanlarımızın yaşayabileceği durumlardan bahsedeceğim. Bunlardan söz ederken odaklanmak istediğim konu ise bir eve ait olma hissi, dönülen veya varılan yere alışma çabası ve daha niceleri… Malum okullar tatil oldu, ailesinden uzak yaşayanlarımız, özellikle yurtta kalanlar tüm senelerini birkaç bavula sığdırmaya çalışarak evlerine döndü. 14 yaşından beri yurtta kalan biri olarak kendimde ve çevremde gözlemlediğim pek çok şey oldu bu süreçte. İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri barınma ve güvenlik ihtiyacı Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre. Ben de bu hiyerarşiyi göz önünde bulundurduğumuzda aslında yurtta kalmanın, özellikle kendimizi ait hissetmediğimiz bir yerde kalmanın barınma ihtiyacının ne kadar sağlıklı karşılandığı noktasında sorguluyorum.

Evden Ayrılmak

Öğrenciler kendilerine iyi bir gelecek inşa etmek adına küçük yaşlarda evlerinden ayrılıp yatılı okullarda kalabiliyorlar. Fakat iyi bir geleceğe ulaşmaya çalışırken bugünün mutluluklarından da feragat etmeyi gerektiriyor bu süreç. Örneğin mutlu aile yemeklerinden, şen şakrak kahkahalardan uzakta büyüyebiliyor bu öğrenciler. Bunun yanında çoğu zaman iyi en iyi ihtimal hafta sonlarında görebildikleri aileleriyle bağları bir telefondan ibaret olabiliyor. Yurtta veya geçici süre barınılan herhangi bir yerde eşyaların koyulması, kendine ait bir düzenin oluşması için ayrılan alanlar oldukça dar oluyor. Bunları yakınmak için değil sadece gerçekleri aktarmak için söylüyorum. Gerçek bu, alan çok az ve kişi o alana hayatını sığdırmak zorunda. Sessizce tek başına durabileceği, düşünebileceği, ders çalışabileceği alanlar çok kısıtlı. Özellikle büyükşehirde ise kütüphaneye gitmek için bile bir sıra beklemek zorunda kalabiliyor insan. Toplu pişirilen yemekler zaten pek iç açıcı olmamakla birlikte tatsız, tuzsuz ve çoğu zaman gerçekten kötü olabiliyor. Çoğu zaman her zaman alışık olduğu şekilde çay içemiyor, tuhaf bir şekilde fark ettiğim bir şey var hatta, yurtta kalan kişiler genelde kahve içmeye daha meyilli oluyor, çünkü çayı hazırlama ritüelini gerçekleştirecek imkan pek olmuyor. Bunun yanında hazır yemekleri, paketli gıdaları daha fazla tüketiyorlar. Bazıları bunun için odasında yasak olmasına rağmen su kaynatıcılar, elektrikli ocaklar, tencereler bulundurabiliyor. Bu da bulunduğu yeri evine dönüştürme çabası fakat tek bir kontrolde eldeki tüm malzeme gidebiliyor.

Bizi Ayakta Tutanlar

Bu kısıtlı imkanlarda bizi ayakta tutan şey ise belki kurduğumuz arkadaşlık bağları olabiliyor. Oda arkadaşlarımız, okuldaki arkadaşlarımız oradaki vaktimizi daha keyifli kılıyor. Hatta bazen bazı arkadaşlıkları bizi hayatta tutuyor. Tabi bunların tam tersi de mümkün, hiç sevmediğimiz bir yere oradaki arkadaşlarla birlikte iyi bir anlam yüklediysek, arkadaşlığımız bozulduğunda o yerden, artık evimiz olarak görmeye başlasak bile soğuyabiliyoruz. Orada bulunmak, zaten ait hissetmediğimiz bir yerde olmak daha da güçleşiyor bu durumda. Belki burada da kişi çözümü birilerini veya bir yerleri ev olarak görmeye çalışmaktansa kendi evini kendi sırtında taşımakta bulabilir. Yani kitapları, sevdiği kupa, her zaman yemek yemeyi sevdiği kase, bilgisayarı, tableti… Belki maddi olarak gözüken ama bir araya geldiklerinde kendini manevi anlamda evinde hissedeceği eşyalar kişiye destek olabiliyor bu süreçte. Bir de doğduğu aile ile olan bağları var kişinin. Küçük yaşta evden ayrıldıysa bu kişi ailesinden farklı görüşlerle daha erken karşılaşabiliyor. Dünyasını ailesinin görüşlerinin dışına taşıyabiliyor. Artık evi olarak gördüğü yerler değişebiliyor, bazen büyüyebiliyor, bazense artık hiçbir yere tam anlamıyla ait hissetmeyebiliyor. Ben bunun iki türlüsünden de bahsetmek istiyorum. Birincisi artık her yere daha hızlı adapte olabilen kişiler yani evim dedikleri yeri genişletenler. Bu insanlar sürekli yer değiştirerek büyümüş kişiler olabilir. Örneğin ailesinin mesleği dolayısıyla sık sık şehir değiştiren öğrenciler sınıflarında kabul görmek için daha neşeli, güler yüzle davranabilirler ve sevildiklerini anladıklarında daha rahat hissedebilirler. Çok çabuk bağ kurabilirler fakat bu bağlar her zaman derinlikli olmayabilir. Yani evim dedikleri yerin çok da sağlam, uzun süreli duracakları bir yer olmadığının farkındadırlar. Beklentilerini buna göre ayarlayabilenler daha mutlu olabilir.

Yazının tamamına Bi’şey Psikoloji‘den ulaşabilirsiniz.

Şeyma Yılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir